6 Mart 2008 Perşembe

Serdar Turgut döktürmüş

Biliyorum uzun bir süredir sizleri güzel yazılarımdan mahrum bırakmıştım. ve biliyorum zaten sürekli takip etmiyordunuz burayı yemeyin beni, ama şimdi bir yazı koymam lazım ve okumanızı istiyorum. Bundan böyle bazı işlerinizde lafı dolandırmamayı öğrenmeniz açısından...

Ben hem New York’ta hem de Washington DC’de bekar olarak uzun süre yaşamak fırsatını bulmuş bir insanım.

Her iki deneyimim de bende bir dizi travma yarattı ve kalıcı manevi yara da oluştu.

Baştan şunu söyleyeyim; iki şehirde de kadınlar ve erkekler arasında ilişki anlayışında temel farklılıklar vardı: Erkekler en fazla sabah sonuçlanacak ilişki peşindeydiler, kadınlar ise koca arıyorlardı.

Bu durum Washington’da daha vahimdi. Çünkü o şehirdeki kadınların çoğu devlette işleri olan insanlardı.

Yani uzun süre okumuş, çalışmış ve belirli yere gelmişlerdi. Artık evlenmeleri gerekiyordu.

Dolayısıyla tipik bir Washington DC çapkınlık gecesi şöyle gelişip biterdi:

Adam barda yalnız oturmakta olan kadının yanına gider ve ‘size bir içki ısmarlayabilir miyim’ der.

Kadın buna cevap olarak ‘Siz evli misiniz?’ diye sorar.

Kazayla buna ‘hayır’ diye cevap verirseniz hemen evlilik hazırlıklarına başlayabilir kadın.

Tabii hava böyle olunca insanda seks arayışına çıkmak için fazla istek kalmayabiliyordu. Ben oralarda her an kazayla evleneceğim korkusundan dışarıya bile çıkamaz hale geldim.

Hatta bir kez eve fahişe çağırmıştım. Konuşma olsun diye, hayatta neler yapmak istediğini sordum. Tercihen yabancı bir erkekle evlenmek istediğini söyledi ve gazetecileri de çok heyecan verici bulduğunu anlattı.

Ben o olaydan sonra hiçbir meslekten hiçbir kadınla anlamlı konuşmama karar aldım.

Bence Washington’un bu hüzünlü durumunu en iyi ünlü stand-up komedyeni Henny Youngman ortaya koyuyordu.

Onun anlattığı bir espri şöyleydi: Kadın ile adam barda yan yana oturuyorlardı. Kadın, adama dönüp ‘sizi burada daha önce hiç görmemiştim, nerelerdeydiniz bunca zamandır’ der. Adam, kadına dönüp ‘karımı vahşi şekilde öldürmek suçundan hapiste yatıyordum, yeni çıktım’ diye cevap verir. Kadın buna karşılık olarak gülümseyip ‘Ohh, demek ki bekarsınız da’ diyor.

‘Bu iş böyle devam edemez’ deyip arada bir New York’a gidip birkaç gece takılırdım. Orada ortamın daha farklı olacağını düşünüyordum. Yanlış düşündüğümün ortaya çıktığı ilk gece başıma hayli utanarak hatırladığım bir olay geldi.

Ben kolay sosyalleşebilen bir insan değilim. Hatta Karındeşen Jack bile benden daha sosyal sayılabilir. Konuşmayı da pek beceremem. Bir gece çok beğendiğim bir kadının yanına yaklaşıp ona kafamda kurduğum senaryolu latife cümlelerini söyledim. Kadın bana baktı, baktı, baktı, hatta dördüncü bir ‘baktı’ kelimesini hak edecek kadar uzun sürdü bakışı ve sonra hiçbir şey söylemeden ben orada hiç yokmuşum gibi davranmasını sürdürdü. ‘Rahatsız ettim, özür dilerim’ lafımı bile duymamış gibi yaptı. (Bu gibi durumlarda insan oraya gelmeden önce ölmüş olmayı filan arzulayabiliyor). Hareket etme kabiliyetimi yeniden kazanınca ben otelime kaçtım.

Bir gece sonra hiç kimseyle konuşmama kararı aldığımdan (önceki geceki travmadan sonra Mother Theresa ile birlikte yaşamaya karar vermiştim) sadece etrafı izledim.

Sonra otelime döndükten sonra şu sorunsalı düşünmekten sabaha kadar uyuyamadım:

Bir mekanda bulunan bütün erkekler kız arkadaşı ve kadınlar da erkek ararken, nasıl olup da bunların yüzde 90’ına yakını eve yalnız döner? Neden, neden, neden ve hatta dördüncü bir neden daha. Hayli düşündükten sonra basit bir neden olduğunu çözümledim. Kimsenin direkt olarak ‘bu gece yatalım mı?’ sorusunu sormayı akıl etmemesinden kaynaklanıyordu sorun. Herkes asıl konunun etrafında dolaşıyordu.

Örneğin; ‘yatalım mı?’ diye soracakken Heidegger’i tartışmaya girip bunun yatakta sonuçlanacağını sanıyorlardı.

Bu gizemi çözdükten sonra bir hesap yaptım, liseden mezun olduktan sonra takriben bin 500 kadınla yatmak fırsatını sadece soruyu sormadığımdan kaçırmıştım. (Bunların 1499’una ‘hayır’ cevabı almak da düşünmek istemediğim bir olasılık tabii ki... Yarısına ‘hayır’ alsaydım geri kalan sayı da bana yetip artardı çünkü her şey sıfırdan iyi olmalı değil mi?..)

Yatmadım ama bir sürü yabancı kadınla Karl Marx’ı, Groucho Marx’ı, Schopenhauer’i ve Jerry Lewis’i tartışmıştım.

Bunları düşündükten sonra yabancı bir kadınla yatmak dalında dünya hız rekorunu da kırdım.

New York’ta bir kadına saati sordum, sonra da ‘yatalım mı?’ dedim. İki saat sonra bir daha hiç görüşmemek üzere ayrıldık. Yaklaşan ‘Kadınlar Günü’nde onu saygıyla anıyorum.

O günkü yaşımdan daha gençken hiç konuşmadan yatmayı başardığım kadın da olmuştu. Onu daha çok saygıyla anıyorum. Yüzünü hatırlayabilsem heykelini bile dikerim bu Kadınlar Günü’nde.

Serdar Turgut 06.03.2008